NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ مَنِيعٍ
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
الْمُبَارَكِ
حَدَّثَنَا مُصْعَبُ
بْنُ ثَابِتٍ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
الزُّبَيْرِ
قَالَ قَضَى
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ أَنَّ
الْخَصْمَيْنِ
يَقْعُدَانِ
بَيْنَ يَدَيْ
الْحَكَمِ
Abdullah b. ez-Zübeyr'den,
(şöyle) dediği rivayet olunmuştur:
Rasûlullah (s.a.v.),
davacı ile davalının hâkimin önünde oturmalarını emretti.
İzah:
Mevzumuzu teşkil
eden bu babın
başlığında bulunan"keyfe
=nasıl" kelimesi fazladandır.Çünkü bu babda bulunan hadislerle davacı ile
davalının hâkim huzurunda nasıl oturacağına dair bir ifade yoktur. Bu sebeple
biz bab başlığını tercüme ederken söz konusu kelimeye yer vermedik.
Bu hadis-i
şerif,.mahkemede davacı ile davalının hâkimin önünde oturmalarının meşruluğuna
ve hâkimin mahkeme süresince ikisine de eşit davranması gerektiğine delâlet
etmektedir. Bu hususta Ö. Nasuhi Bilmen şöyle diyor.
Hakim,hasımların
arasında adi ile müsavata riayetle muameleye memurdur. Binaenaleyh, iki
taraftan biri her ne kadar, eşraftan, diğeri ise ahad-ı nâsdan olsa veya biri
müslim diğeri gayri müslim bulunsa hâkimin, mahkeme zamanında bunları oturtmak
ve kendilerine bakmak ve söz söylemek gibi muhakemeye müteallik bütün
hususatta adaletle, müsavata riayet etmesi lâzımdır. Nitekim bir hadis-i
şerifte: "Sizden biri kaza ile mübtela olunca hasımlarını oturtmakta,
nazarda, işarette müsavi tutsun; sesini iki hasımdan yalnız birine karşı
yükseltmesin..." buyurulmuştur.
tslâm hukukunda,
siyâsetinde müsavata riayet bir vecibedir. Hiçbir kimsenin mevkii, hakkında
icab eden cezanın sükutuna sebep olamaz ve herkes hâkim huzurunda aynı
vaziyette bulunur, müsavat ihlâl edilemez. Nitekim bir'hadis-i şerifte şöyle
buyurulmuştur: "Sizden evelki kavimleri helak eden hal şudur: Onların
arasında mevki sahiplerinden biri bir hırsızlık yapınca bırakırlardı, zayıf
mevkisiz biri yaptı mı hakkında hırsızlık cezası tatbik ederlerdi,"
Demek ki, böyle
müsavatı ihlâl eden bir muamele, bir milletin helakine, inkırazına başlıca bir
sebeptir.
Meşhurdur ki, İmam Ali
(k.v) hilâfeti zamanında kendi tarafından tayin edilmiş olan Kadı Şüreyh
huzurunda bir zırh meselesinden dolayı bir ya-hudi ile murafaada bulunmuştu.
Her ikisi de mahkemede aynı vaziyette bulunuyordu. Hâdiseye bir zat ile
beraber Hz. Ali'nin muhterem oğlu da muttali idi. Fakat bir şahit kâfi ve
babası lehine oğlun şahadeti muteber olmadığından, Kadı bunların şahadetini
kabul etmemiş, nihayet yahudinin lehine karar vermişti.
Kadı Şüreyh, mahkeme
esnasında İmam Ali'ye hitaben: "Ey Ebû Hasan" diye hitab etmişti.
Böyle künye ile hitap ise hasma karşı İmam Ali hakkında bir tazim ve ihtiram
ifadesi taşıyor olduğundan İmam Ali Hazretleri, bundan hoşlanmamış; kendisine
de yalnız adıyla hitap etmesini istemişti.
İşte bir emîrül
mü'mininde tecelli eden bu adalet ve müsavat, bu hakka inkiyad hasreti,
hasmının hakikati itiraf etmesine ve şeref-i İslama nailiyetine vesile
olmuştur."[Hukuk-i İslâmiye Kamusu, VIII, 220-222; Binâye, VIII, 28.]
Bu hadisin senedinde
Mus'ab b. Sabit vardır. Bu ravinin rivayetlerine güvenilemez.